Türkiye'de Kadın Olmak ve Minimalizm: Toplumsal Yüklerden Kurtuluş
- Zeynep Derin Köseoğlu
- 8 Mar
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Mar

Türkiye'de Kadın Olmak: Görünmez Yüklerin Ağırlığı
Türkiye'de kadın olmak, çoğu zaman bitmek bilmeyen soruların ağırlığı altında ezilmek demektir. Kaç çift ayakkabıya sahip olmalı? Evinde kaç çeşit temizlik ürünü bulundurmalı? Çalışıyorsa iş hayatında ne kadar güçlü, evde ne kadar fedakâr olmalı? Hangi yaşta anne olmalı, kaç çocuk doğurmalı, çocuk sahibi olmayı seçmezse ne yapmalı? Bu ve benzeri sorular, kadınların üzerine yüklenen toplumsal beklentilerin sadece birer yansımasıdır.
Toplum, kadınlara doğdukları andan itibaren belirli rolleri dayatır: İyi bir eş, fedakâr bir anne, iffetli bir kız çocuğu ve her durumda "makul" bir birey olmak. Bu rollerin önemli bir bölümü, tüketim alışkanlıklarıyla şekillenir ve kadınların sürekli olarak bir "eksiklik" duygusuyla yaşamalarına neden olur. Oysa kadınlar, bu dayatmalardan sıyrılarak kendi kimliklerini ve arzularını keşfetme özgürlüğüne sahiptir.
"Erkekler özgür doğar, kadınlar ise birisi onları özgür kılana kadar beklemek zorunda bırakılır." Mary Wollstonecraft
Tüketim Kültürünün Kadınlar Üzerindeki Baskısı: "Yeterli Değilsin" Mesajı
Tüketim kültürü, kadınları sürekli olarak bir eksiklik duygusuyla yaşamaya iter. Kozmetik sektöründen moda dünyasına, ev dekorasyonundan çocuk bakımına kadar kadınlara yönelik milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturulmuştur. Bu pazarın temel mesajı ise şöyledir: "Sen şu an yeterli değilsin, ama eğer bu ürünü alırsan, o zaman yeterli olabilirsin."
Bu mesaj, kadınları sürekli olarak belirli markaların makyaj malzemelerini kullanmaya, her sezon yeni kıyafetler almaya, en son teknoloji bebek arabalarını seçmeye ve daha pek çok şeye yönlendirir. Kadınlar, sürekli olarak dış görünüşleri, evleri, çocukları ve kariyerleri hakkında "yeterli" olup olmadıklarını sorgulamaya başlarlar. Bu tüketim alışkanlıkları, kadınları sadece maddi olarak değil, zihinsel olarak da sömürür. Sürekli bir şeyleri tamamlamaya çalışırken, kendilerini tamamlamayı unuturlar.
Ev İçi Roller ve Modernleşmenin Çelişkisi: "Asıl Yerin Evin" Dayatması
Türkiye'de kadınlar, özellikle ev içi roller konusunda büyük bir çelişkinin içine itilir. Bir yandan çalışmaları teşvik edilirken, diğer yandan "asıl yerlerinin ev olduğu" sürekli olarak hatırlatılır. Modernleşmenin getirdiği ekonomik zorunluluklar, kadınları iş hayatına iterken, toplumsal gelenekler hala onları evdeki asli görevlerini unutmamakla yükümlü kılar.
"Ev işlerinde yardım eden koca" imgesi, övgü malzemesi olurken, kadınların bu işlerin zaten onlara ait olmadığını söylemesi çoğu zaman hoş karşılanmaz. Kadınlar, hem iş hayatında başarılı olmak hem de evdeki sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmek zorunda kalırlar. Bu durum, kadınların üzerinde büyük bir baskı yaratır ve onların tükenmişlik sendromu yaşamalarına neden olabilir.
"Bize yıllarca kadınlığın fedakârlık olduğunu öğrettiler. Hayır, kadınlık seçimdir." Simone de Beauvoir
Beden, Kimlik ve Yaşam Tarzı Üzerindeki Denetim: Kişisel Seçim Hakkının İhlali
Türkiye'de kadınların sadece ev içi rolleri değil, bedenleri, kimlikleri ve yaşam tarzları da sürekli bir denetim altındadır. Bir kadının ne giyeceği, kaçta dışarı çıkacağı, kaç çocuk yapacağı, annelik yapıp yapmayacağı veya kariyer odaklı olup olmayacağı konusunda herkesin bir fikri vardır.
Toplumun kadın üzerindeki tahakkümü, kişisel seçimlerin bile bireye ait olmadığını hissettirir. Kadınlar, sürekli olarak başkalarının beklentilerine göre yaşamak zorunda kalırlar ve kendi arzularını, hayallerini ve kimliklerini keşfetmekte zorlanırlar. Bu durum, kadınların kendilerine yabancılaşmalarına ve mutsuz olmalarına neden olabilir.

Minimalizm: Toplumsal Yüklerden Kurtulmanın ve Özgürleşmenin Yolu
Tüm bu dayatmaların içinden çıkmanın ve kadınların gerçek benliklerini keşfetmelerinin bir yolu vardır: Minimalizm.
Minimalizm, sadece az eşyaya sahip olmak değil, hayatı gerçekten ihtiyaç duyulan, mutluluk veren ve anlam katan şeylerle sürdürmek demektir. Bu, kadınlar için özellikle önemlidir çünkü onları tüketim tuzaklarından, toplumsal beklentilerden ve sürekli bir şeyleri ispat etme zorunluluğundan kurtarabilir.
Minimalizmi benimseyen bir kadın:
Güzelliğin İçten Geldiğini Keşfeder: Daha az kıyafetle de güzel hissedebileceğini, çünkü güzelliğin dışarıdan değil, içeriden geldiğini fark eder. Kendine güveni artar ve başkalarının beğenisini kazanma zorunluluğu ortadan kalkar.
Huzurun Bir Dekorasyon Tarzı Olmadığını Anlar: Evini gereksiz eşyalarla doldurması gerekmediğini, çünkü huzurun sadece bir dekorasyon tarzı olmadığını anlar. Eşyaların esiri olmaktan kurtulur ve daha sade, ferah bir yaşam alanına sahip olur.
Gerçekten Yapmak İstediklerine Odaklanır: Zamanını "yapması gerekenler" yerine "gerçekten yapmak istedikleri" üzerine kurabileceğini keşfeder. Kendi ilgi alanlarına, hobilerine ve tutkularına daha fazla zaman ayırabilir.
Minimalizm, kadınlara toplumun dayattığı rollerden sıyrılma cesareti verir. Daha az şeye sahip olarak, daha fazla özgürleşmek mümkündür. Minimalizm, kadınların kendi değerlerini keşfetmelerine, hayatlarını anlamlı bir şekilde yaşamalarına ve toplumsal beklentilerin ağırlığı altında ezilmeden mutlu olmalarına yardımcı olur.
"Bir kadının en büyük devrimi, kendini olduğu gibi kabul etmesidir." Coco Chanel
Kadınların Taşıdığı Yükler Hafifleyebilir mi?
Kadınların üzerindeki bu görünmez yükleri fark etmek ve bunları taşımamayı seçmek, en radikal değişimlerden biri olabilir. Çünkü azınlıkta olan bir ses de olsa, birileri hâlâ şunu söylüyor: "Sen olduğun gibi yeterlisin." Ve belki de bu, bir kadının duyabileceği en özgürleştirici cümledir.
Bu özgürleştirici cümleyi içselleştirmek, kadınların toplumsal beklentilerin ve tüketim kültürünün yarattığı baskıdan kurtulmalarının ilk adımıdır. Kadınlar, kendi değerlerini keşfederek, kendi arzularını takip ederek ve kendi hayatlarını kendileri yöneterek, daha mutlu, daha tatmin olmuş ve daha özgür bireyler olabilirler.
Minimalizm ile Özgürleşen Kadınlar, Daha Aydınlık Bir Geleceğe Yürüyor
Minimalizm, Türkiye'de kadınların karşılaştığı toplumsal baskılara ve beklentilere karşı bir başkaldırı niteliği taşıyor. Kadınlar, minimalizmi benimseyerek, tüketim kültürünün yarattığı illüzyonlardan kurtulabilir, kendi değerlerini keşfedebilir ve kendi hayatlarının kontrolünü ellerine alabilirler. Daha az şeye sahip olarak daha fazla özgürleşen kadınlar, daha aydınlık ve umut dolu bir geleceğe yürüyor.
Zeynep Derin Köseoğlu
İletişim: zeynepkoseoglu@ekolojikevim.com.tr
Comments