Arama Sonuçları
"" için 442 öge bulundu
- Ekolojik ve Sürdürülebilir Kumaşlar: Geleceğin Modası
Moda dünyası giderek daha fazla ekolojik ve sürdürülebilir kumaşlara yöneliyor. Bu kumaşlar, çevre dostu olmalarının yanı sıra insan sağlığına da birçok fayda sağlıyor. Doğaya zarar vermeyen üretim süreçleri ve yenilenebilir kaynaklardan elde edilmeleri, bu kumaşları geleceğin modasında önemli bir yere taşıyor. İşte ekolojik ve sürdürülebilir kumaş türleri ve özellikleri: Organik Pamuk Organik pamuk, kimyasal gübre ve pestisit kullanılmadan yetiştirilir. Bu sayede hem toprağı korur hem de su kaynaklarını kirletmez. Cilt dostu olması ve kimyasal kalıntı içermemesi, alerjik reaksiyon riskini azaltır ve sağlıklı bir giyim deneyimi sunar. Tencel (Lyocell) Tencel, okaliptüs ağaçlarından elde edilen bir kumaş türüdür. Üretim sürecinde kullanılan kimyasallar geri dönüştürülerek çevreye zarar verilmez. Nemi emme özelliği sayesinde cildi serin tutar ve nefes alabilir. Bu da özellikle sıcak havalarda konfor sağlar. Keten Keten kumaşı, keten bitkisinden üretilir ve doğal bir antibakteriyel özelliğe sahiptir. Hava geçirgenliği yüksek olduğundan yaz aylarında serin tutar. Ayrıca dayanıklı ve uzun ömürlüdür, bu da onu sürdürülebilir bir seçenek yapar. Bambu Kumaşı Bambu kumaşı, bambu bitkisinden elde edilir ve doğal olarak antibakteriyel özellikler taşır. Hipoalerjenik yapısı ile hassas ciltler için ideal bir tercihtir. Nem emici özelliği ile cildi kuru tutar, bu da özellikle spor giyiminde avantaj sağlar. Geri Dönüştürülmüş Polyester Geri dönüştürülmüş polyester, plastik atıklardan üretilir ve böylece çevre kirliliğini azaltır. Yüksek mukavemet ve esneklik sunar. Enerji tüketimini düşürerek sürdürülebilir bir üretim süreci sağlar. Bu kumaşlar, kimyasal kalıntı içermemeleri ve doğal yapıları sayesinde cilt dostudur. Alerji riskini azaltır, nefes alabilir yapıları ile cildi tahriş etmez ve nem dengesini korur. Doğal antibakteriyel özellikleri, bakteri ve mantar oluşumunu engeller, böylece sağlıklı bir kullanım sunar.
- Foçalılar Ekoköy Projesine Karşı Harekete Geçti
İzmir’in Foça ilçesinde, halk tarım arazilerine yapılan lüks villa projelerine karşı harekete geçti. Foça Belediyesi'nin verdiği ruhsatlarla başlayan Ekoköy projesi, bölge sakinleri tarafından tepkiyle karşılandı. Foça Tarih ve Doğa Talanına Hayır Platformu’nun düzenlediği protestoya katılan vatandaşlar, projelerin ekolojik olmadığını ve rant amaçlı olduğunu savundu. Platform sözcüsü Ramis Sağlam, projenin Foça’nın doğal ve tarihi dokusuna zarar vereceğini belirtti. Belediye binası önünde toplanan kalabalık, binlerce imza toplayarak ruhsatların iptal edilmesini talep etti. Sağlam, "Bu projeler sadece zenginlere hizmet ediyor ve Foça'nın tarım arazilerini yok ediyor," dedi. Çevre aktivistleri ve yerel halk, Foça'nın korunması için mücadeleye devam edeceklerini ifade etti.
- Dünya Çevre Günü: Tarihçesi ve Önemi
Dünya Çevre Günü'nün Tarihçesi Dünya Çevre Günü, çevre bilincini artırmak ve küresel çevre sorunlarına dikkat çekmek amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 5 Haziran 1972'de Stockholm'de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı'nda ilan edilmiştir Bu konferans, uluslararası çevre politikalarının oluşturulmasında dönüm noktası olmuş ve çevre koruma konusundaki farkındalığı artırmıştır. 1974 yılında "Sadece Tek Bir Dünya" temasıyla ilk kez kutlanan Dünya Çevre Günü, o günden bu yana her yıl farklı bir tema ve ev sahibi ülke ile kutlanmaya devam etmektedir. Dünya Çevre Günü'nün Önemi Dünya Çevre Günü, çevre sorunlarının küresel düzeyde tartışıldığı ve çözüm yollarının arandığı bir platform sunar. Bu özel gün, çevre koruma bilincini artırmak, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını teşvik etmek ve bireylerin, toplulukların, hükümetlerin ve kuruluşların çevreye duyarlı hareket etmelerini sağlamak için bir fırsattır. Özellikle iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, su kirliliği ve hava kirliliği gibi kritik konularda farkındalığı artırmak ve harekete geçmek için önemli bir araçtır. Dünya Çevre Günü'nde Yapılan Etkinlikler Dünya Çevre Günü'nde, dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinlikler düzenlenir. Bu etkinlikler arasında ağaç dikme kampanyaları, temiz deniz ve nehir kampanyaları, atık toplama ve geri dönüşüm projeleri, eğitim seminerleri ve farkındalık yürüyüşleri gibi aktiviteler yer alır. Ayrıca, sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyalar ile geniş kitlelere ulaşılır ve çevre bilincinin yayılması sağlanır. Dünya Çevre Günü, küresel çevre sorunlarına dikkat çekmek ve bu sorunlarla başa çıkmak için toplu hareket etmenin önemini vurgulayan bir gündür. Her bireyin ve toplumun çevreye olan duyarlılığı ve katkısı, sürdürülebilir bir geleceğin inşasında büyük rol oynamaktadır. Bu özel gün, gezegenimizin korunması ve gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için hepimize ilham verir
- Kahve Telvesi Hangi Bitkiler İçin Uygun?
Kahve telvesi, içerdiği organik maddeler ve besinler sayesinde birçok bitki için yararlı olabilir. Telve, toprağın su tutma kapasitesini artırır, besin maddeleri sağlar ve mikroorganizmaların çoğalmasını destekler. Özellikle asidik toprakları seven bitkiler, kahve telvesinden büyük ölçüde yararlanabilir. Örneğin, açelya, kamelya ve mavi ortanca gibi bitkiler, asidik toprağı sever ve kahve telvesi bu bitkiler için ideal bir doğal gübredir. Ancak, kahve telvesi her bitki için uygun değildir. Lavanta, rozmarin ve adaçayı gibi alkali toprakları tercih eden bitkiler, kahve telvesinden hoşlanmazlar. Bu bitkiler, telvedeki yüksek asit oranı nedeniyle gelişimlerinde sorun yaşayabilirler. Ayrıca, domates bitkisi de kahve telvesine karşı hassastır. Domates bitkileri, kahve telvesinin toprağı çok asidik hale getirmesi durumunda besin maddesi alımında zorluk çekerler. Kahve telvesinin bitkiler üzerindeki etkisinin nedeni, içerdiği yüksek asit oranıdır. Alkali toprakları seven bitkiler, asidik ortamda kök gelişiminde ve besin maddesi alımında sorun yaşarlar. Bu nedenle, kahve telvesi kullanmadan önce, bitkilerinizin toprak pH ihtiyaçlarını dikkate almak önemlidir. Telvenin uygun olmayan bitkilere uygulanması, bu bitkilerin büyümesini ve gelişimini olumsuz etkileyebilir.
- 2023, Küresel Sıcaklıkta Yeni Zirve
2023 yılı, küresel sıcaklık kayıtlarına göre en sıcak yıl olarak tarihe geçti. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) verilerine göre, 2023 yılı sıcaklıkları önceki rekor yılı olan 2016'nın 0.15°C üzerine çıkarak yeni bir rekor kırdı. Avrupa Birliği Copernicus İklim Değişikliği Servisi (C3S) ise sanayi öncesi dönemlere kıyasla sıcaklıkların 1.48°C arttığını tespit etti. Bu olağanüstü sıcaklıkların başlıca sebepleri arasında iklim değişikliği ve El Nino fenomeni bulunuyor. İklim bilimciler, sera gazı emisyonlarının acilen azaltılması gerektiği konusunda uyarılarda bulunuyor. Bu yılın sıcaklık artışları, dünyanın birçok bölgesinde orman yangınları, kuraklık ve aşırı hava olayları gibi çeşitli olumsuz etkiler yarattı. Bu durum, iklim değişikliğiyle mücadelede daha kararlı adımlar atılması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
- 3 Haziran Dünya Bisiklet Günü: Sürdürülebilir Ulaşım
Bisikletin Tarihçesi Bisiklet, 19. yüzyılın başlarında Avrupa'da ortaya çıkmıştır. İlk kez 1817'de Alman baron Karl von Drais tarafından icat edilen iki tekerlekli araç, "draisine" olarak adlandırılmıştır. Bu araç, modern bisikletin öncüsü sayılmaktadır. 1860'larda Fransız Pierre Michaux ve oğlu Ernest Michaux tarafından pedal sistemi eklenerek geliştirilmiş ve "velocipede" adıyla bilinen ilk pedallı bisiklet ortaya çıkmıştır. 1885'te İngiliz John Kemp Starley tarafından zincirli tahrik sistemiyle bugünkü modern bisikletin temelleri atılmıştır. Dünya Bisiklet Günü'nün Çıkışı Dünya Bisiklet Günü, Birleşmiş Milletler tarafından 3 Haziran'da kutlanmaktadır. Bu gün, 2018 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Bu özel gün, bisikletin fiziksel ve zihinsel sağlık üzerindeki olumlu etkilerini vurgulamak, çevresel sürdürülebilirlik ve ulaşım kolaylığı sağlama potansiyelini tanıtmak amacıyla belirlenmiştir. Bisikletin sosyal, ekonomik ve ekolojik açıdan faydaları göz önünde bulundurularak, dünya genelinde farkındalık yaratılmak istenmiştir. Dünyada Bisiklet Kullanım Oranları ve Türkiye Karşılaştırması Dünya genelinde bisiklet kullanımı oldukça yaygındır ve ülkeden ülkeye büyük farklılıklar göstermektedir. Örneğin, Hollanda'da her 100 kişiden 99'u bisiklete sahiptir ve günlük ulaşımda aktif olarak kullanmaktadır. Danimarka, Almanya ve Japonya da bisiklet kullanım oranlarının yüksek olduğu diğer ülkelerdendir. Avrupa Birliği genelinde ortalama bisiklet sahiplik oranı %50 civarındadır. Türkiye'de ise bisiklet kullanımı son yıllarda artış göstermesine rağmen, Avrupa ortalamasının gerisindedir. Türkiye'de bisiklet sahiplik oranı yaklaşık %15 civarındadır. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde bisiklet altyapısının yetersizliği ve trafik yoğunluğu, bisiklet kullanımını olumsuz etkileyen başlıca faktörlerdir. Ancak, İzmir ve Eskişehir gibi şehirler, bisiklet kullanımını teşvik eden projeler ve bisiklet yolları ile öne çıkmaktadır. Ekoloji ve Sürdürülebilirlik Açısından Bisikletin Önemi Bisiklet, ekolojik dengeyi koruma ve sürdürülebilir ulaşım sağlama açısından önemli bir araçtır. Bisiklet kullanımı, fosil yakıt tüketimini azaltarak karbon salınımını minimuma indirir ve hava kalitesini iyileştirir. Bu sayede, şehir içi hava kirliliği ve iklim değişikliği gibi çevresel sorunların çözümüne katkı sağlar. Ayrıca, bisikletlerin üretimi ve bakımı, motorlu taşıtlara göre daha az kaynak gerektirdiğinden, doğal kaynakların daha verimli kullanılmasına yardımcı olur. Sürdürülebilirlik açısından, bisiklet kullanımı enerji tasarrufu sağlar ve bireylerin karbon ayak izini azaltır. Şehir içi ulaşımda bisiklet kullanımının artması, trafik sıkışıklığını azaltır ve toplu taşıma sistemlerinin yükünü hafifletir. Böylece, şehirlerin genel ulaşım verimliliği artar ve yaşam kalitesi yükselir. Bisiklet aynı zamanda bireylerin fiziksel sağlığını da olumlu etkiler. Düzenli bisiklet kullanımı, kalp sağlığını destekler, kas ve eklem sağlığını iyileştirir ve kilo kontrolüne yardımcı olur. Zihinsel sağlığa da faydaları olan bisiklet, stres seviyelerini düşürür ve genel ruh halini iyileştirir.
- Gezi Direnişi 11.Yılında : Çevresel Bir Eylem mi, Daha Fazlası mı?
2013 yılının sıcak yaz günlerinde, İstanbul'un kalbinde yer alan Taksim Gezi Parkı, beklenmedik bir şekilde Türkiye'nin en büyük toplumsal hareketlerinden birine sahne oldu. Başlangıçta birkaç çevreci aktivistin ağaçların kesilmesine karşı durduğu küçük bir protesto, kısa sürede ülke genelinde milyonların katıldığı geniş çaplı bir direnişe dönüştü. Peki, bu hareketi yalnızca çevresel bir eylem olarak tanımlamak mümkün mü? Yoksa Gezi Direnişi'nin arkasında daha derin ve karmaşık dinamikler mi yatıyor? Gezi Direnişi'nin fitilini ateşleyen olay, Taksim Gezi Parkı'ndaki ağaçların kesilerek yerine bir alışveriş merkezi yapılması planıydı. Bu plan, İstanbul'un yeşil alanlarının hızla azalmasına karşı duyulan endişeleri gün yüzüne çıkardı. Çevreci aktivistler, şehirde kalan nadir yeşil alanlardan birini korumak amacıyla harekete geçti. Ağaçların kesilmesi, doğanın tahribatı ve yeşil alanların rant uğruna yok edilmesi, toplumun geniş kesimlerinde büyük tepki topladı. Ancak, bu tepkiler yalnızca çevresel kaygılarla sınırlı kalmadı. Gezi Parkı'ndaki protestolar, kısa sürede geniş çaplı bir halk hareketine dönüştü. Bu hareket, toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelerek seslerini duyurdukları bir platform haline geldi. İnsanlar, baskıcı rejimlerin doğaya, çevreye ve insanlara bakış açısını sorgulamaya başladılar. Doğanın ve yeşil alanların hızla tahrip edilmesi, yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik sorunların da bir yansıması olarak görüldü. Çevre tahribatı, rant odaklı politikaların ve bu politikaların arkasındaki güçlerin simgesi haline geldi. Gezi Direnişi'nin çevresel boyutu, aslında daha geniş bir resmin yalnızca bir parçasıydı. Protestolar, aynı zamanda bireylerin ve toplumların özgürlüklerine, yaşam alanlarına ve haklarına yönelik tehditlere karşı bir başkaldırıydı. Baskıcı rejimlerin, doğayı ve çevreyi sadece ekonomik çıkarlar doğrultusunda bir araç olarak gördüğü, bu süreçte doğanın tahribatının insan hakları ihlallerinin bir parçası haline geldiği açıkça görüldü. Toplumun geniş kesimleri, Gezi Parkı'nda başlayan bu direnişle birlikte, daha adil, daha özgür ve daha yaşanabilir bir ülke talebinde bulundular. Bu talepler, çevresel hassasiyetlerin ötesine geçerek, toplumsal adalet, demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi evrensel değerlere dayandı. Gezi Direnişi, bu anlamda, baskıcı rejimlerin yalnızca doğaya değil, aynı zamanda insan onuruna ve toplumsal değerlere de ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğunu gözler önüne serdi. Sonuç olarak, Gezi Direnişi'nin çevresel bir eylem olup olmadığı sorusu, hareketin karmaşıklığı ve çok boyutluluğu göz önüne alındığında tek bir cevapla geçiştirilemez. Evet, Gezi Direnişi çevresel kaygılarla başladı, ancak kısa sürede toplumun geniş kesimlerini etkileyen bir direnişe dönüştü. Bu direniş, baskıcı rejimlerin doğaya, insana ve topluma bakış açısını sorgulayan, daha geniş ve derin bir protesto hareketi olarak tarihe geçti. Gezi, sadece ağaçları değil, aynı zamanda insan onurunu, toplumsal adaleti ve demokratik değerleri koruma mücadelesiydi.
- Bir Yolu Var, Değişim Mümkün
Şehirde yaşamın yoğunluğu ve stresi, modern çağın en büyük sorunlarından biri haline geldi. Türkiye'de büyük şehirlerde trafik yoğunluğu son 10 yılda %30 arttı. Bu artış, günlük yaşamı zorlaştırırken iş yerinde stres ve tükenmişlik sendromunu da beraberinde getiriyor. Çalışanların %60'ı iş yerinde stres nedeniyle sağlık sorunları yaşıyor ve her 10 çalışandan 7'si tükenmişlik belirtileri gösteriyor. Pandemi sonrası dönemde Türkiye'de işten ayrılma oranları önemli ölçüde arttı. 2023 yılında Türkiye'de 60 milyon kutu antidepresan ilaç tüketildi. Bu veriler, şehir hayatının olumsuz etkilerini gözler önüne seriyor. Ama bir çare var, Değişim Mümkün!
- Gardırop Devrimi
Yıllarca büyük şirketlerde proje yöneticisi olarak çalıştım. Yoğun iş temposu, sürekli artan talepler ve şehir hayatının getirdiği stresle başa çıkarken, farkında olmadan tüketime dayalı bir yaşam tarzına kapılmıştım. Bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum ama ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum İlk adım olarak, gerçekten neye ihtiyacım olduğunu sorgulamaya başladım. İçinde bulunduğumuz sistem bize sürekli daha fazla tüketmemiz gerektiğini söylüyor. Daha fazla eşya, daha yeni teknolojiler, daha fazla harcama... Ancak bu döngüde kaybolduğumu fark ettim. Gerçekten ihtiyacım olan şeyler nelerdi? Minimalist olan bir arkadaşımın önerilerini dinledim ve işe koyuldum. Gardırop, Evin Düzenlenmesi ve Tüketim Alışkanlıklarım 3 ana konumdu. Bu alanları düzeltmeye başladığım anda hayatımda bir şeylerin değiştiğini fark etmiştim. Bugünkü yazım gardırop ile ilgili olacak, belki küçük bir adım olarak gözükebilir ama benim yeni hayatımın başlangıcıydı. İlk olarak gardırobumdan başladım. Yıllar içinde biriktirdiğim ve çoğunu hiç giymediğim kıyafetlerim vardı. Her sabah ne giyeceğime karar vermek büyük bir stres kaynağıydı. Tüm kıyafetlerimi çıkarıp, gerçekten sevdiğim ve sıkça giydiğim parçaları ayırdım. Geri kalanları bağışladım veya geri dönüştürdüm. İtiraf etmeliyim ki çok zorlandım. :) Fakat bana kazandırdıklarını çok kısa bir süre içerisinde farkına vardım; Her sabah ne giyeceğim derdinden kurtuldum karar verme sürem çok azaldı çünkü daha az kıyafetle daha hızlı kombinler yapabiliyorum. Tabi ki sevdiğim kıyafetlerin olması ve birbiriyle uyum sağlayacak modellerin olması burada etken oldu. Yani Gardırop yalnızca küçülmedi daha efektif kullanabileceğim kıyafetler seçtim.( Bu konuya ayrıca farklı bir yazımda değineceğim) Karar verme süremin azalması ve ne giyeceğim derdi meğerse sabahleyin yaşadığım streslerden biriymiş. Sabah koşuşturması sırasında yaşadığım stresin farkında bile değilmişim. Bu stresi o kadar içselleştirmişim o kadar rutin haline getirmişim ki yarattığı etkiyi gardırop devriminden bir kaç gün sonra anlayabildim. Sabahları daha mutlu ve dinç kalktığımı ve ailemle daha fazla sohbet ettiğimin farkına vardım . Bir kaç ay sonra ise sabahları oldukça gergin olan bendeniz adeta etrafına enerji ve mutluluk saçan başka birine dönüşmüştüm. Bu durumu fark eden ilk kişi eşimdi ve halinden çok memnundu. Gardırop devriminin sonradan ortaya çıkan sonuçlarından birisi de harcamalardı. Tutumlu biri olmama rağmen, harcamalarım nerdeyse % 50 azalmıştı. Moda trendlerine uymak yerine kendi tarzımı belirleyip bana yakışan, benim içinde olduğumda mutlu olduğum kıyafetlerin gardırop içinde olması daha az para harcamama neden oldu. Bu yolda aradığım şey içsel bir huzur ve mutluluktu daha az para harcıyor olmak bu işin bonusu oldu. Ve tabi ki bir başka bonus ise zamandı . Daha fazla zamanın kalacağını da bu işe başlarken tahmin etmiyordum. Ailecek ertelediğimiz bir çok etkinliği yapmaya başladık. Daha fazla kitap okumaya başladım, kızıma daha fazla vakit ayırdım. İşte bu yüzden gardırop düzenlemesi benim için devrimsel bir süreçti. Gardırop ile birlikte yaşam biçimim, tarzım düzelmişti. Hayata bakış açım değişmişti. Gardırop devrimi, hayatımda sadece fiziksel bir değişiklik değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal olarak da büyük bir dönüşüm sağladı. Bu adımlar, beni tüketim kültüründen uzaklaştırarak daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşama doğru yöneltti. Sevgiler, Zeynep zeynepkoseoglu@ekolojikevim.com.tr
- Minimalizmi Seçmek ve Özgürlüğü Keşfetmek
Merhaba dostlarım, Benim bu platformdaki ilk yazım , Ekolojik Evim ailesi ile tanışmam bir tesadüf eseri oldu bana anlattıkları proje benim düşüncelerim ve yapmak istediklerimle benzerlik gösteriyordu. Bu projede bana yer verdikleri ve deneyimlerimi paylaşmamı sağladıkları için tüm ekibe çok teşekkür ederim. İlk yazım ne olsun diye çok düşündüm. Minimalizm ile tanışmam ve bana en büyük hediyesi olan ''özgürlükten'' bahsetmemin ilk yazı için oldukça değerli olduğunun kararını verdim. Bugün sizlerle yaşamımda gerçekleştirdiğim büyük bir değişimi ve bu değişimin bana nasıl özgürlük getirdiğini paylaşmak istiyorum. Uzun yıllar boyunca yoğun iş temposu içinde proje yöneticisi olarak çalıştım. Büyük şehrin karmaşası içinde, sürekli işler, toplantılar, ve tüketim kültürünün içinde kendimi kaybetmiş gibiydim. Yurt dışında eğitim alırken ve orada yaşarken, minimalizm felsefesini keşfetmeye başladım. Önceleri sadece eşyalarımı azaltmak olarak düşündüğüm bu felsefe, zamanla yaşam tarzımı kökten değiştirdi. Gerçekten neye ihtiyacım olduğunu sorgulamaya başladım. Her satın aldığım eşya ve her işlediğim saat bana ne kadar değer katıyor, gerçekten gerekli mi? İşte bu soruların yanıtlarını ararken, kendi hayatımda minimalizmi seçmeye karar verdim. İlk adım olarak gardırobumu inceledim. İnanın, yıllar içinde biriktirdiğim o kadar fazla kıyafet vardı ki, birçoğunu hala hiç giymemiştim bile! Önce sevdiğim ve gerçekten giymekten keyif aldığım parçaları seçtim, geri kalanları ise bağışladım. Bu süreçte hissettiğim hafiflik ve özgürlük duygusu tarif edilemezdi. Daha sonra evime geçtim. Gereksiz eşyaları çıkardım, dolaplarımı ve raflarımı düzenledim. Sadece önemli olan eşyaları tutup, diğerlerini ya bağışladım ya da geri dönüştürdüm. Evim daha derli toplu ve dingin bir hale geldi. Artık temizlik ve düzenleme işlerine ayırdığım zamanı, hobilerime, aileme ve kendime daha fazla ayırabiliyorum. Minimalizmin getirdiği özgürlük sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da kendimi daha iyi hissetmeme olanak sağladı. Tüketim baskısından kurtuldum, daha az stres ve daha fazla memnuniyetle yaşıyorum. İş hayatımda da bu prensipleri uygulayarak, daha verimli ve odaklanmış bir çalışma düzeni geliştirdim. Bu yolculuğun başlangıcında, herkesin farklı bir minimalizm tanımı olduğunu ve önemli olanın kişisel mutluluğumuzu artırmak olduğunu anladım. Her adımımda daha az olmayı, daha çok yaşamayı tercih ettim. Siz de bu felsefeyi keşfetmek isterseniz, küçük adımlarla başlayabilirsiniz. Hayatınızda neye değer verdiğinizi belirleyin ve gereksizleri bir kenara bırakın. Emin olun, bu size de özgürlük getirecek. Bu küçük adımlarda ben size yardımcı olacağım, yaşadığım deneyimleri size aktarmaktan mutluluk duyacağım. Sevgiler, Zeynep